ANTİEMPERYALİZM Mİ MİLLİ NARSİZM Mİ?

ANTİEMPERYALİZM Mİ MİLLİ NARSİZM Mİ?

Sağdaki Solun Bir Hali; ‘Kapitalizmle Derdi Olmayan Antiemperyalistlik’

Giriş yazımızı solun nasıl tanılanması gerektiğine dair temrinlerimizi, sağın tanımından bağımsız yapamayacağımız önermesi üzerinden kurmuştuk. Bunun yapılmasının, gündelik davranış örüntülerine yön veren politik konumlanışın doğru bir tespiti için elzem olduğunu vurgulamak gerekir. Bu anlamıyla sağda yer alanın kendini sol olarak tarif ettiği bir merhaleden geçtiğimizi dillendirmek doğru olacaktır.

Bu yazıda ise kendini solda tarifleyen öznelerin özünde sağ bir zeminde politika yürüttüklerine dair iddiamızı açmaya çalışacağız. Bu iddiamızı iki sacayağına dayandırmak mümkün. Burada bu sacayaklarından biri, liberalizmde yeşermiş olan Batı tipi bir kültür ve politika ekseninde yürüdüğünü vurgulamak gerekir. Bu tipten bir sağcılık; kimlikler üzerinden güttüğü politikayla Batı’nın çizmiş olduğu doğruluk ölçütlerine sadık kalan bir yapıyı ifade ediyor.

Sopanın diğer ucunda ise; antiemperyalizm adı altında yer alan, Doğu tipi sağcı bir millicilik yer alıyor. Bu millicilik her ne kadar antiemperyalist olarak görünse de, özünde kapitalizmle uyumlu bir fotoğraf olarak beliriyor. Burada sol adı altında, kapitalizmden soyutlanmış bir emperyalizm olgusunu kendine referans alan milliyetçilerin varlığı söz konusu. Özellikle Marksist solun kendisini bu çizgide ifade etmesi, “antikapitalist olunmadan antiemperyalist olunamayacağı” temel önermesine aykırı tutumu, oldukça manidar. Biz de bu çalışmada, ilk olarak sağ çatı altında değerlendirilmesi gereken bu tipten bir antiemperyalizm tanımını eleştireceğiz.

Kısacası bu yazı kendisini, antiemperyalizmi vatan savunusu olarak algılayan, sol cenah üzerine sirayet etmiş ulusçu yaklaşımların eleştirisi üzerine kurgulamıştır.

Herhangi bir anlayışın, bireyin, gurubun, ya da örgütün teoride sol olup olmadığını belirleyen temel ölçüt, adı geçen politik öznenin, solun ideolojik-teorik-politik-tarihi ve bilimsel gerçeklikleri temelindeki çıkarımlarını benimseyerek, bu bakış açısı doğrultusunda teorik edinimlerde bulunup bulunmadığıdır.  Çok geniş düzeyde bir muhtevaya sahip gibi görünen bu ölçüt, esasen asgari düzeyde, ancak  teorik düzlemde temel bir ölçüt olma durumundadır. Bunun dışında kalan diğer ayrım noktaları ise tali durumda olan belirleyicilerdir. Bu bakış açısından hareketle, solu benimsemiş her hangi bir politik öznenin, teorik-politik bir belirlemede bulunmasına kaynaklık edecek temel kuramsal referans noktaları sol teori ve teorisyenler olacaktır. Fiiliyatta bunun aksinin yaşanıyor olması durumu, ancak ve ancak böylesi bir pratik sergileyen politik öznenin solculuğundan şüphe etmemizi koşullayacaktır.

Herhangi bir kavramın tanımlaması esnasında farklı yorumların ortaya çıkıyor olması durumu, esas itibari ile tanımlamanın-yorumlamanın, farklı ideolojilerin kuramsal referanslarına dayanmasının bir sonucu olarak farklı ideolojik duruşlara sahip özneler tarafından yapılıyor olmasından kaynaklanmaktadır. Her ideoloji belirli bir sınıfın çıkarlarını temsil etmektedir. O halde herhangi bir politik kavramın tanımı, o tanımı yapan politik öznenin ideolojik konumlanışına göre değişmektedir. Bu kurala uygun olarak günümüzde her siyasi terimin temelde iki farklı yorumu vardır; Biri kapitalist yorum, diğeri ise sol yorumdur.

Emperyalizm üzerine yapılacak bir politik tanım, o tanımı yapacak politik öznenin ideolojik konumlanışına göre, ya gerçek -nesnel- anlamıyla, yani kapitalizm ve buna (aynı zamanda tüm sınıflı toplumlara) içkin olan üretim araçlarının özel mülkiyeti ve sınıf sömürüsü eksenindeki bir biçimde; ya da üretim araçlarının özel mülkiyeti, sınıf sömürüsü ve kapitalizme içkin ilişkilerden muaf, özünden uzaklaştırılmış ve sadece toprak ihlali ve/veya ülke işgali derekesine indirgenmiş bir emperyalizm tanımı biçiminde yapılacaktır. Bu iki farklı emperyalizm tanımlama ve algılama biçiminden ilkini, emperyalizm üzerine yapılacak bir tanımlamada kendine veri olarak alan bir politik özneye denecek bir şey yoktur. Esasen ikinciden yana tavır alanlara da söylenecek pek bir şey -en azından böylesi bir yayın aracı vasıtasıyla- yoktur, zira böylesi bir tanımlama yapacak bir politik özne, ideolojik-teorik- politik yapısı gereği solun bilimsel metodolojisinden ve onun ideolojik-teorik-politik, perspektif ve bilimsel yasa ve (v)yargılarından habersiz ve/veya bağımsızdır. Ya da ve hatta büyük bir olasılıkla bu tanımlamayı yapan politik özne, ideolojik olarak onun karşısındadır. Böylesi bir ideolojik konumlanış içerisindeki bir öznenin, bir yayın aracında, yazılı bir metinle eleştiriye tabi tutulması, yeterli mantıksal gerekçelerden dahi yoksun olduğundan yapılmayacaktır. Sözümüz burada ikinci tanımlama- algılama biçimini kendisine veri kabul ederek, emperyalizmi ve dolayısıyla antiemperyalizm ve antiemperyalist mücadeleyi açıklama gayreti içerisinde olan ve bu doğrultuda hareket eden politik öznenin, kendisini sol olarak adlandırması durumunda, bu kesime yönelik eleştirel bir tepki halini alacaktır.

Kapitalizm, kavram(lar)ı, kendi sınıf çıkarlarını tehlikeye düşürmeyecek şekilde, sınıf çıkarlarını koruma doğrultusunda, kitlelerin sınıf sömürüsü altında ezilmelerinin sona ermesi için gerekli gerçek bilgi edinme koşullarını ortadan kaldırma amacıyla, yani bilinçli bir şekilde, gerçeğin dışında tanımlamaktadır. Bu yöntemle kendi iktidarını daha uzun süre korumanın çabası içerisine girmektedir. Bu uğurda kapitalizm, emperyalizmi de, özünden muaf, emperyalizmin özünü ve niteliklerini teşhir etmeyecek biçimde tanımlar.  Kapitalist siyasetçiler, Emperyalizm: “Bir devletin diğer bir devlet üzerinde, ister maddi, ister manevi bir kontrol, nüfuz kurması veya bir üstünlük sağlaması demektir”(1) der. Yapılan bu tanım, emperyalizmi, gerçek manada ifade etmediği; onu iktisadi, sosyal, politik, askeri vb. niteliklerinden ayrıştırarak tanımladığı gibi, gayet masum bir olgu derecesine de indirgemektedir.

Kapitalist siyasetçilerin yapmış olduğu bu tanımdan hareketle, maddi olarak başka bir devletten daha üstün olan bir devletin emperyalist olduğunu ve/veya emperyalizmin sadece bu olduğunu ya da diğer bir devlet üzerinde sadece maddi üstünlük sağlamanın emperyalizm olduğunu söyleyebiliriz. Hatta manevi olarak bir devletin başka bir devlet üzerinde nüfuza sahip olması, o devleti emperyalist kılar gibi çarpık bir emperyalizm tanımı yapılabileceği sonucuna ulaşırız. Gene bu tanımdan hareketle, Güney Kıbrıs üzerinde maddi ve manevi bir üstünlüğe, nüfuza ve kontrole sahip Yunanistan’ın, Güney Kıbrıs üzerinde emperyalist bir devlet olduğunu (ancak ne hikmetse bu tanımı bu biçimiyle dile getiren kesim, TC’nin Kıbrıs üzerindeki alt emperyalist hegemonyasını ve politikalarını kesinlikle kabul etmemektedir), Suriye üzerinde manevi bir nüfuzu bulunan İran’ın emperyalist, bölgedeki asıl emperyalist İsrail’in ise ABD’nin maddi ve manevi kontrolü altında olmasından ötürü -bu cümle tersten de okunabilir- emperyalist işgal altında olduğunu söyleyebiliriz. Tanım, tüm bu çarpık yorumlara sebebiyet verme niteliğinin yanında, emperyalizmi, masum ve meşru gösterme gibi bir sonuca da açıktır.

Kendini “sol” olarak adlandıran her hangi bir politik öznenin, emperyalizme Lenin’in getirdiği tanımdan bağımsız ve onun karşıtı bir açıklama getirmesi oldukça tuhaftır.

O halde sözü fazla uzatmadan, solun, böylesi bir sıfatla var olma nedenlerinin temel belirleyeni olan Lenin’in, emperyalizm tanımına başvurmaya zaruretle ihtiyaç var. Lenin, tam olarak şunu belirtir: “Emperyalizm, tekellerin ve mali-sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı; sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı; dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında bölüşülmesinin tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.”(2)

Görülüyor ki Lenin, emperyalizmin, “kapitalizmin en yüksek aşaması” olarak onun ta kendisi olduğunu açık ve net bir şekilde ifade etmektedir. Bu durumda kapitalizmden, yani sınıf sömürüsünden ve üretim araçlarının özel mülkiyetinden bağımsız bir emperyalizm tanımından söz etmek kelimenin gerçek anlamıyla anti-sol bir yaklaşımdır. Sol yaklaşım, emperyalizme, kapitalizmin üretim, paylaşım ve mülkiyet ilişkilerinden bağımsız olmayan bir tanım getirmek ve emperyalizmin, bu ilişkilerin gelişiminin bir sonucu olduğunu, sermayenin yoğunlaşması ve merkezileşmesinin bir sonucu olarak tekelleşmesi olduğunu belirtmektir. Böylesi bir tanım, bizi antiemperyalizmi de bunun karşıtı biçiminde tanımlamaya zorunlu kılar. Son çözümlemede, emperyalizm = kapitalizm, antiemperyalizm = antikapitalizm ve antiemperyalist mücadele = antikapitalist mücadele biçiminde formüle edebileceğimiz bir durum karşımıza çıkar. Bu durumda emperyalizmin varlık nedeni -bir bütün olarak kapitalizmin olduğu için- üretim araçlarında özel mülkiyet düzeninin var olması olarak belirir. O halde, emperyalizmin fiili uygulamalarının tamamı -ki buna emperyalist savaş ve işgaller ve emperyalistler arası savaşlar da dâhildir- üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet düzeninden kaynaklanmaktadır. Lenin’in konuya ilişkin yazdıkları ise tam olarak şöyledir: “ (…) üretim araçlarında özel mülkiyet düzeni var olduğu sürece, bu ekonomik temel üzerinde, emperyalist savaşlar, mutlak biçimde kaçınılmaz olacaktır.”(3)

Emperyalist savaşların niteliğine ve amacına ilişkin Lenin’in yapmış olduğu bu belirleme, açıktır ki emperyalist savaşların, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet düzeninden, yani kapitalizmin varlığından kaynaklandığını anlatmaktadır. Bu belirlemeden hareketle ulaşılacak başka bir sonuç da şudur; üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet düzenine karşı çıkmadan, emperyalizme karşı çıkılamaz ve dolayısıyla da üretim araçları üzerindeki özel mülkiyet ilişkisi ortadan kalkmadıkça, emperyalizm ortadan kalkmaz. Bugün, emperyalizmi, sadece işgal/ilhak ve/veya sömürge politikası olarak algılamak, solun değil, sağın bir yanılgısıdır. Bu bakış açısına cevap, Lenin’in konuya ilişkin belirlemeleri ile devam ederek olur: “Sömürge politikası da, emperyalizm de, kapitalizmin çağdaş döneminden, hatta kapitalizmden önce vardı. Kölelik üstüne kurulu bulunan Roma, bir sömürge politikası izliyor ve emperyalizmi uyguluyordu. Ama ekonomik ve toplumsal biçimler arasındaki farkı görmezden gelerek ya da arka planlara iterek, emperyalizmin “genel düzeni” üzerine fikir yürütmek, tıpkı “Büyük Roma” ile “Büyük Britanya” arasında kıyaslamalara girmek gibi bir takım boş palavralara ve bayağılıklara düşürür kişiyi. Çünkü kapitalizmin eski evrelerindeki sömürge politikası bile, mali-sermayenin sömürge politikasından temel ayrılıklar göstermektedir.”(4)

Lenin’in kapitalizmin çağdaş döneminden ve hatta kapitalizmden önce var olduğunu söylediği emperyalizm ile kapitalizmin en yüksek ve son aşaması olarak tanımladığı(mız) emperyalizm, nitelik olarak farklıdır. Bu niteliksel farkın ürünü olarak, bu makalede “kapitalizm öncesi emperyalizm”in, sömürgecilik olarak adlandırılması uygun düşecektir. Kapitalizmin yüksek aşamasının sömürgeciliği ise emperyalizm olarak adlandırılacaktır.

Önemli bir ayrım noktası olması itibariyle belirtilmelidir ki,  her sömürgecilik, işgal ve ilhak, emperyalizm değildir ancak her emperyalizm, sömürgeci ve işgalcidir. Dolayısıyla her anti işgalci ve/veya anti sömürgeci hareketin, antiemperyalist olma zorunluluğundan söz edilemez, ancak her anti emperyalist hareket, zorunlu olarak aynı zamanda anti işgalci ve anti sömürgecidir. Bu ayrım noktasının temel bir referans olması durumunda, antiemperyalizm ve antiemperyalist mücadele üzerine yapılacak bir tanımlamada en azından perspektif düzleminde bir doğruluk yakalanmış olur.

Konuyla ilişkisi bakımından, Lenin’in emperyalizmin beş temel özelliği şeklinde ifade ettiği özelliklere bakmak yerinde olacaktır sanırım. Şöyle yazar Lenin: “(1) üretimde ve sermayede görülen yoğunlaşma öyle yüksek bir gelişme noktasına ulaşmıştır ki, ekonomik yaşamda kesin rol oynayan tekelleri yaratmıştır.; (2) banka sermayesi sınai sermayeyle kaynaşmış ve bu mali-sermaye temeli üzerinde bir mali-oligarşi yaratılmıştır; (3) sermaye ihracı meta ihracından ayrı olarak, özel bir önem kazanmıştır; (4) dünyayı aralarında bölüşen uluslar arası tekelci kapitalist birlikler kurulmuştur; (5) en büyük kapitalist güçlerce dünyanın toprak bakımından bölüşülmesi tamamlanmıştır.” (5)

Emperyalizmi sadece bir fetih politikası ya da işgal/ilhak politikası olarak algılamak, emperyalizmin diğer temel bileşenlerini yok saymak manasına gelmektedir. Doğrudur, fetih politikası-sömürgecilik, işgal ve ilhak emperyalizme içkindir ancak bu nitelikler emperyalizm bileşenlerinden sadece biri ve hatta bu bileşenler içerisinde kavramın-olgunun son halini almasında bir sonuçtur. “Kısaca; kapitalizmin en son aşamasının belirleyici özellikleri; tekelleşme, finans kapitalin oluşumu ve egemenliği (finans oligarşisi), sermaye ihracı, uluslararası tekelci birlikler ve dünyanın paylaşımıdır.”(6) Görülüyor ki burada dünyanın paylaşımı diye adlandırılan sömürgecilik veya işgal olgusu, emperyalizm tanımını oluşturan bileşenlerden sadece biridir. O halde emperyalizmi, tanımı oluşturan kavram bileşenlerinden sadece biriyle açıklamaya çalışmak, yersiz olmanın yanında yanlış bir belirleme yapma sonucuna da ulaştırır bizi. Zira emperyalizmi sadece işgal olgusu temelinde tanımlamak, herhangi bir coğrafya üzerindeki işgale, o coğrafyada yaşayanların refleksle dahi olsa göstermiş oldukları en ilkel tepkiyi bile antiemperyalist mücadele olarak adlandırma gibi bir yanlış sonucuna götürür bizi.

Bu yanlış emperyalizm tanımının yanlışlığını ve sol adına antiemperyalist mücadeleyi sadece kendi ülkesinin işgaline karşı olmakla (bu yönü itibariyle bir çeşit II. Enternasyonal’cilik) özdeşleştiren anlayışın temelde ne kadar ters bir yerde durduğunu örneklerle açıklayarak yazımızı sonlandırmaya çalışalım.

Bu çarpık (anti)emperyalizm tanımının savunucuları, emperyalistlerle çıkar çatışması olan hemen her kesimi antiemperyalist olarak adlandırma hevesi içerisindedir. Antiemperyalizme bu bakış açısından bakan politik özneye göre, hangi sınıfın çıkarlarını savunuyor ya da hangi amaca erişmek için mücadele ediyor olursa olsun, emperyalistlerle çatışkı içerisindeki herkes antiemperyalisttir.

Bu bakış açısı, politik özneyi; politik olarak kendini var eden amaç, çıkar ve hedefleri ile tanımlamak yerine, kimi çelişki ve çatışkılarının var olduğu, karşı kesim üzerinden tanımlar. Oysaki herhangi bir politik öznenin politik yapısının belirlenmesi,  onun çatışkı içerisinde olduğu şey üzerinden değil, kendi hedef ve amaçları üzerinden yapılır.

Bu yaklaşım hemen her fırsatta; “emperyalizmle savaş halinde olan herkes ve her anlayış antiemperyalisttir” önermesini dile getirir. Metafizik temellere dayalı ve gerçeği ortaya koyabilmek için yeterli mantıksal zeminden yoksun ve diyalektik düşünüş zerresini bile taşımayan bir önermedir bu. Bilinmelidir ki, emperyalistlerle savaş halinde olan herhangi bir politik öznenin, bu savaştaki amaç ve hedefleri önemlidir. Bu hedefleri, onun ideolojik formasyonunu ve konumlanışını ölçen yegâne denek taşıdır. Yani adı geçen öznenin emperyalistlerle savaşım nedeni, emperyalizmin ekonomik, siyasal, askeri, kültürel, felsefi, etik ve ideolojik varoluşuna karşı bir duruş mudur; yoksa kendi ekonomik, erksel ve politik çıkarlarından kaynaklı bir sorunun sonucu mudur? Bu soruya mantıksal bir perspektifle doğru bir cevap verilmezse; ne antiemperyalizm konusunda, ne de emperyalizm konusunda bilimsel bir temelde tartışma yürütülebilir.

Yukarıdaki önerme sahiplerinin mantığından hareketle, bugün Adolf Hitler bir anda antiemperyalist olarak tanımlanabilir. Zira emperyalistlerle savaşan herkes antiemperyalisttir algısı, bizi “II. Emperyalist Paylaşım Savaşı’nda” emperyalist bloklardan birinde yer alan Hitler’i (Emperyalistlerle savaşıyor gerekçesi ile), antiemperyalist olarak tanımlamaya itmektedir. Yine aynı mantıkla pekâlâ diğer emperyalist bloğu da antiemperyalist olarak adlandırabiliriz. Bu anlayıştan çıkan sonuç şudur ki; I. ve II. Emperyalistler arası paylaşım savaşları diye bildiğimiz savaşlar, aslında antiemperyalistler arası savaşlar imiş(!)

Bu çarpık zihniyetin temsilcileri bugün İran İslam Cumhuriyeti, Saddam Hüseyin gibi emperyal güdülerle hareket etmiş ve bölgesinde güçlü bir emperyal odak olma çabası gütmüş kimi özneleri ve temsil ettikleri ideolojik hattı da antiemperyalist olarak tanımlamaktadır. Bu çarpık anlayış bize gösteriyor ki; bir algının anti olabilmesi, karşıt olduğunu iddia ettiği kavramla güncel düzlemde çelişki ve çatışkı yaşıyor olmasına bağlı değil, karşıtı olduğunu iddia ettiği kavramın varlık nedeninin tamamına karşı olmasına ve her alanda o kavramın reddi üzerine kurulmuş olmasına bağlıdır.

Son cümle olarak, meramımızın en öz ve dolaysız ifadesi; antikapitalist (komünist) olunmadan antiemperyalist olunamaz! Bu anlamıyla bugün solda olduğu iddiasındaki herhangi bir öznenin, böbürlenerek attığı antiemperyalizm nutuğu, çoğu zaman onun solda değil, sağda olduğuna işaret eder.

Önümüzdeki bölümde, batı tipi kültür hegemanyosında geçerli olan solculuğun, özünde sağ olduğuna değmeye çalışacağız.

1.Armaoğlu, F., 20. yy. Siyasi Tarihi, s.79.

2. Lenin, V.İ., Emperyalizm-Kapitalizmin En Yüksek Aşaması, s.101.

3. Lenin, V.İ., a.g.e., s.11.

4. Lenin, V.İ., a.g.e., s.92-93.

5. Lenin, V.İ., a.g.e., s.100.

6. Alayoğlu, A. O.,  Son Fasıl: Emperyalizm, Teori ve Politika s.22, ss.25.

Yazar Postları

DİPTEN GELEN DALGA SAHİPSİZ KALMASIN Menderes İnanç

Türkiye yeni bir yol ayrımında. Uzun zamandır beceriksiz siyaset kurumunun algı operasyonları ile baskı altına alarak yönetilen ve iktidarın algı operasyonlarının etkisinde olan toplum kesimleri, güvenlikçi politikalar ve yoksulluğun tavan yapması ile birlikte bir çok olumsuzluğu fark etmiş

AKREP GİBİSİNİN KARDEŞİM ALİ RIZA GELİRLİ YAZDI

Savaşın ticari dayanaklarını sorguluyorsun; ahlaki dayanaklarından habersizsin kardeşim. Sana kardeşim diyorum, zira, aynı canlı varlığın üyesiyiz; başka bir sıfat bulamıyorum. Düşünmüyorsun savaşın yolları neden bu kadar kalabalık, barışın yollanır niçin bu kadar tenha diye.

YENİ GÖÇMENLER YENİ İŞLER Engin Erkiner

Yapay zekanın emekçilerin çalışma alanlarını yok edeceğini savunanlar kapitalizmin yeni iş üretme özelliğini unutuyorlar. Bazı işlerin alanı daralırken, eskiden düşünülmeyen yeni iş alanları ortaya çıkabilir. Bunların büyük bölümü düşük ücretli işçiler içindir ve özellikle göçmenler tarafından

ÇİFT SÜRGÜNLÜK ÇEŞİTLERİ Engin Erkiner

Çift sürgünlük, aynı ülkeye ya da farklı ülkelere olmak üzere iki çeşittir.Isabelle Allende Ein weiter Feld adlı romanında İspanya iç savaşındacumhuriyetçilerin saflarında yer alan, yenilgi üzerine Pirene dağlarını geçerek Fransa’ya gelen bir kadın ve erkeği anlatır.

YENİ İLTİCA YASASI Engin Erkiner

Avrupa Parlamentosu iltica başvurularıyla ilgili yeni kısıtlamalar içeren bir yasayı kabul etti. Bu yasa Avrupa Komisyonu’nda onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. AB çapındaki bu yasaya üye her ülkenin de ulusal yasaları içinde yer vermesi gerekiyor.

ZENGİN MUTFAĞI’NDAN EYLÜL FIRTINASI’NA Süleyman KUŞ

Zengin Mutfağı adı film, “15/16 Haziran İşçi Kalkışmasını"(1) izleyen dönemde ırkçı-faşist örgütlenmelerin sermayeciler tarafından nasıl beslenip organize edildiğini, kimi resmi organlarca kollandığını, bir villanın mutfağı ve onun emektar aşçısı çevresinde ustalıkla anlatır.

PARA YERİNE KART Engin Erkiner

Almanya’da ilticacılara yönelik yeni bir uygulama başladı; nakit para verilmiyor, kendilerine verilen karttaki krediyi kullanarak alışveriş yapıyorlar. Nakit paranın karşılığı kartta bulunduğuna yani devletin ödemesinde azalma olmadığına göre, bu uygulamanın amacı nedir?

BUHRAN GÜNLERİNDE SAVAŞ SENARYOLARI Menderes İnanç

Türkiye ekonomik olarak derin bir buhran yaşamaktadır. Çoklu krizlerin içerisinde yaşayan bir ülkenin siyasi partilerinin şuursuzca tavır ve davranışları, siyaset değil siyasetsizliktir! Toplumun % 50’si muhalif olduğu halde, siyaset kurumunun çıkar ilişkilerine dayanarak epey palazlandığı