DEPREM ve DEVLET (Haber Dosya) Heyva Sor ile yaptığımız röportaj

Heyva Sor St.Gallen emekçilerinden Emin Uslu dostumuzla deprem sürecine ilişkin yaptığımız röportajı sunuyoruz.

SORU 1--- yaşanan felaket sonrasında Maraş Adıyaman ve Hatay başta olmak üzere büyük bir yıkım yaşandı. Sayısız tanıklıklardan görüyoruz ki en kritik 72 saat içinde devletin 99 depreminden beri hazırlandığını söylediği kurumlar, önlemler, askeri kurtarma birimleri, madenciler, AFAD Kızılay sahada görülmedi. Birçok ilden kendi imkanlarıyla oraya giden insanlar ve gruplar da organizasyon eksikliği araç gereç yetersizliği gibi nedenlerle çok yetersiz kaldı. Kurtarılabilecek olan binlerce insan önce soğuktan sonra açlık susuzluktan enkaz altında öldü. Buna rağmen, iktidardakiler gelen eleştirilere hakaretlerle karşılık vererek Devletin her yere yetiştiğini iddia etti. Ne diyorsunuz bu konuda?

 Deprem bir doğa olayı, ama 23 yıldır deprem vergisi alıp çürük binalara yollara izin vermek gerekli önlemleri almamak, depremden sonra müdahale etmemek, hatta darbe yapar korkusuyla. asker seferberliğini de engellemek, HDP, alevi kurumları, sendikalar ve sosyalistlerin yardım organizasyonlarını engellemek, diğer illerden gelen yardımlara el koymak, bazı yardım merkezlerine kayyum atamak, OHAL ilan ederek bölgedeki isyanın ve polis şiddetinin, işkencesinin üstünü örtmek.... Bütün bunlara, depremden istifade ederek katliam yapmak denebilir mi?


Yanıt 1--  Depremin bir doğa olayı olduğu gerçeği tartışılamaz. Tıpkı yağmur gibi, sel gibi, dolu gibi, yıldırım düşmesi gibi... Ancak her felaketi en az zararla atlatmak için gerekli önlemlerin alınabileceği gerçeği de ortada. Bu gerçekliği dünyada gelişmiş demokratik ülkelerde görüyoruz. Bile bile çürük binalara izin verirsen, ekonomik ve siyasi rant uğruna imar affı adı altında yolsuzluk yaparsan elbette öldüren deprem değil sen olursun. Ne yazık ki Türkiye rejimi devlet yapısı hiç bir dönemde insan unsuruna değer verme gibi bir kaygıya düşmemiştir. Bunu geçmiş örneklerden biliyoruz. Ancak bu günkü faşist iktidar aslında normal bir siyasi oluşumdan uzak bir yapıda. Tamamen çeteleşmiş, mafyalaşmış, her şeyi ranta ve talana endekslemiş, insan unsurunu adeta kullanılması gereken bir araç olarak gören bir yerdedir. Bu nedenle böyle felaketleri aslında kendine bir rant kapısı gibi değerlendirerek Allah’ın bir lütfu çerçevesinde yaklaşmaktadır. Bu nedenle toplanan deprem vergileri ya da yardımları böyle durumlarda kullanma gibi bir dertleri olmadığı gibi bunlara konma şeytanlıkları bunlarda mevcut. Zira ahlaki, insani, vicdani hiç bir değeri olmayan, sadece lüks bir hayat yaşama, iktidarlarını koruma dertleri dışında... Buna en bariz örnek Kızılay denen sözde bir yadım kurumunun ahlaksızca çadır, insan kanı ve gıda satmasıdır. Bunlar nerede kullanılıyor? Tabi ki siyasi ve ailevi çevrelerini kalkındırmak için ve daha bilmediğimiz ama tahmin ettiğimiz bir çok karanlık kirli ilişkilerde kullanılıyor. Kızılay kan, çadır satarken kendi başina inisiyatif alıp satmıyor. Nitekim başta Erdoğan ve bahçeli olmak üzere devlet dediğiniz tüm unsurlar sahip çıktılar. Dolayısıyla Kızılay gibi kurumlar da birer rant kapısıdır bu faşist güruh için. Aslında kapalı kapılar arkasında “Hamdolsun, bu bize Allah’ın bir lütfuydu” dediklerine inanıyorum. Nitekim Kızılay yetkilileri sattıkları çadır parasıyla eğlence merkezlerinde eğlendiklerini gördük, biliyoruz. 

Diğer bir husus ise yapılan yardımları engelleme çabası. Bunun nedeni ise kendi çaresizliklerini, becerisizliklerini, umursamaz tutumlarını, ahlaki ve insani değerlerden yoksun oluşlarını perdelemek, halkın, kamuoyunun dikkatlerinden uzaklaştırmak, gerçek anlamda, acıyı hissederek yardım yapanların da kamuoyunda görünmesini, (çünkü bu çete yapılanma için onlar düşman taraf) engelleme çabası. Ayrıca bir başka ve en önemli neden de bilerek insanların ölmesini istedikleri de bir gerçekliktir. Bu hangi insanlar? Elbette Aleviler ve Kürtler. Zira bunların erimesi yok olması hep bunların amaçları arasında yer alır ve bu felaket ise buna bir fırsat oluşturdu. Bir diğer neden de, seçim süreci dolayısıyla “muhalefetin ciddi cabası siyasi getiri sağlar” kaygısıyla yine burada kendine siyasi rant devşirme çabası. Tüm bu nedenlerle giden yardımlar engellenmeye hatta kayyum yoluyla çalışılmıştır. Bir diğer engelleme nedeni de mümkün olukça yardımları kendi sözde kurumları üzerinden sağlayarak, bunların ihtiyaç sahiplerinden ziyade yine kendi kirli hesaplarına geçirme şeytanlığındandı. Hatta seçim masrafı olarak bile kullanacak kadar ahlaktan yoksun bir durumdadırlar. 

OHAL’i ilan etmelerinin nedeni, elbette olası bir halk isyanı, intifadayı önlemek, çünkü yaptıkları suçların isyana neden olduğunu çok iyi biliyorlar. Ayrıca tabi ki seçimde yolsuzluk yapmak için peşinen alınmış bir tedbir de diyebiliriz. 


Soru 2-- Yurtdışında, genel olarak, bu duruma yeterince hızlı bir refleks gösterilebildi mi? Devletin Kürt, alevi halkına, yoksullara ve ilerici kesime yönelik kasıtlı ve katliamcı tutumu teşhir edilebildi mi? Yardımlar ihtiyaç sahiplerine ulaştırılabildi mi?

Heyva Sor'un bu konudaki çalışmalarından da bahseder misiniz?


Yanıt 2--  Yurt dışında yapılan yardımlar, özellikle sivil toplum inisiyatifi yani devletler dışı, kanaatimce olabilecek en hızlı şekilde olmuş ancak burada da yine aynı zalim iktidarın engeline takılmıştır. Örneğin, bir çok ekip hava alanlarında keyfi bekletilmiştir. Ama devletler arası yardımlar bu kadar hızlı olamamış zira tek adam rejiminin bir çağrısı beklenmiştir. Yurt dışından giden yardımlar da yine özellikle Kürt kurumları olmak üzere düşmanlık duygularından dolayı engellenmeye çalışılmıştır. Zira bu zihniyete göre muhalif herkes düşmandır. Kaldı ki böylesi durumlarda düşmanın bile yardımlarının engellenmemesi gerekir, ancak bu iktidarın ahlakı ortada. Neticede bu engellemeler yüzünden binlerce can kaybının yaşandığını biliyoruz. Bu insanların katilinin bu iktidar olduğu tartışmasızdır. 

Bu düşmanca yaklaşımlar, rant ve ihtirasa dayalı yaklaşımlar, zalimce bilerek yardım yapmama yaklaşımları, bütün bu yaklaşımların yeterince teşhir edilemediğini düşünüyorum. Sosyal medya üzerinden enformasyon vardı ama yeterli değildi tabi ki. Hele ilk günlerde interneti engelleyerek imdat seslerini kısma vicdansızlığı da başka bir katliam yöntemi.

Aslında bu durumlar bir halk isyanını gerçekleştirecek nitelikte haklı olarak. Ama toplum öyle bir noktaya getirilmiştir ki bu 20 yıllık süreçte, kulluk kültürü aşılamada önemli yol alınmıştır. Öncülük yapacak kişilikler ve kurumlar da zorbalıkla, katliamlarla bastırılmıştır. En çok da böyle bir direnme  refleksi deprem bölgesinde beklenmiş, bu da aslında toplumun ne kadar apolitik olduğunu göstermiştir. Zira gerçek bir toplum olsaydı özellikle, Marmara, Karadeniz ve Ege bölgelerinde insanlar ayağa kalkmalı yer yerinden oynamalıydı. Zira bu deprem her ne kadar yüzyılın felaketi olsa da asıl en büyük felaket bu iktidarın halka gerçekten en vicdansızca yaşattığı felaketti ve halen de devam etmektedir. Bugün felaket bölgesinin dışındaki halklar, deprem bölgeleriyle dayanışma gösterenler bir yana, tepkisiz kalıyor, ayağa kalkamıyorsa Türkiye toptan yakılsa da kılını kıpırdatmayacaktır. Kaldı ki kendi istekleriyle oradaki çalışmaya katılan gönüllüler, çeşitli sivil insiyatifler, sendika, dernek, HDP, TİP, Mardef, cemevleri gibi kurumların halka değmesi, onlarla dayanışması bile iktidarı çok rahatsız etmiştir.

Askerin sahada olmaması konusunda çeşitli yorumlar yapılmakta aslında hepsinde de bir gerçeklik payı var. Ama bana göre en önemlisi 40 yılı aşkın bir zamandır Kürt soykırımında en acımasızca kullanılan ve moral ve motivasyondan uzak bir ordu gerçekliği var. Hulusi Akar diyor ki asker sınırları koruyor. Sınır dedikleri, hem Güney Kürdistan’da hem de Rojava ’da işgal saldırılarında ve Kürt soykırımını ilan etmek amacıyla savaştırmadır. 

Doğrusu bu 40 yıllık savaş devleti tüm kurumlarıyla çürütmüştür. Aslında yukarıda bahsettiğimiz tüm olumsuzlukların kaynağı buradadır. Hatta Erdoğan/Bahçeli gibi unsurların devleti yönetmenin nedeni de bu savaş. Tıpkı enflasyon sorunu gibi. Yani devletin tüm kurumları ile çürümenin nedeni bu savaşta ısrar etmenin sonucudur. Dolayısıyla şu anki asker profiline bakıldığında kendine bile hayrı olmaz bir durumda. Örneğin savaş alanında ölen arkadaşını gizlemek ya da karşı tarafa geçmemesi için, ne sebeple olursa olsun, yakması zaten her şeyi açıklıyor. Polis ise bir Süleyman Soylu çetesi haline gelmiş. Halk içinde silah sopa olmadan çalışacak bir nitelikte değil. 

Heyva Sor a Kurdistanê'nin devletin hedefinde olan bir kurum olduğunu biliyoruz. Bu yüzden çok rahat çalışacak bir durumda değil. Yine de yurtdışında en organizeli çalışan ve güven duyulan kurumlardan birisi diyebilirim. İnsanlar yardımlarını Heyva Sor’a gönül rahatlığıyla verebiliyor. Keşke Kızılay da bunun çeyreği kadar dürüst olsaydı. 


SORU 3--   Hatay, Elbistan ve Pazarcık gibi özgün nüfus yoğunluğu olan bölgelerden büyük göçler oldu. Halen de devletin yardım elinden çok sopasını gören insanlar oralardan göçe zorlanıyor. Ne yapılmalı buna karşı?

Mersin, Adana gibi birçok kente sığınan insanlara yardım ulaşabiliyor mu?

Devletin nüfus yapısına müdahalesi neyi amaçlıyor size göre? Bu konuda yurtsever, devrimci ve demokrat çevreler yeterince güçlü birlikler kurabiliyor mu?

Yanıt 3--

Aslında dolaylı olarak, bu felaketten istifade misali, ikinci bir Dersim Tertelesi yaşatılmak isteniyor. Dersim soykırım hareketi tamamlandıktan sonra nasıl ki insanlar özellikle çocuklar, gençler, genç kızlar batıya sürgün edildiyse, kaçırıldıysa bu felaketten de böyle bir sonuç peşindeler. Özellikle Aleviler olmak üzere genelde Kürtleri en başta da çocukları batıya, zorla ya da hile ile veya mecbur bırakılmak suretiyle göçertme politikası bundan başka bir şey değildir. Yani o toplumun kimliğini, inancını, kültürünü yok etme değiştirme başka bir deyimle Türkleştirme ve suni İslamlaştırma politikasıdır. Bu da bir felaket ve soykırımdır. Özellikle kimsesiz çocukları şimdiden sapık tarikatlara teslim ettiklerini biliyoruz. Hatta Diyanet denen güdümlü kurumun, çocukları evlatlık edineceklerin onlarla evlenebileceği gibi alçakça ve ahlaksızca fetvalarını herkes biliyor. 

Ayrıca, bu çocukları çok kirli amaçları için kullanacakları çok açıktır. Zira zalim acımasız ahlaksız bir iktidardan bahsediyoruz. Kimisini uyuşturucu ticaretinde, kimisini insanlıktan çıkmış birer ölüm makinası durumuna getireceklerinden şüphe olmamalı. Jöh, Pöh, çeşitli çete ve mafya elemanı olarak kullanacaklarından şahsen endişe ediyorum. Dolayısıyla en çok insanım diyenlerin bu çocuklara sahip çıkması gerekiyor. En önemlisi de insanların yerinden edilmemesi için tüm insani, ahlaki, vicdani kurumların önlem alması en önemli insanı görevdir. 

Bu iktidardan iyilik dışında her kötülük beklenmelidir.

( Röportaj, S.Kuş )


ÖNERİLEN İÇERİKLER

Yazar Postları

DİPTEN GELEN DALGA SAHİPSİZ KALMASIN Menderes İnanç

Türkiye yeni bir yol ayrımında. Uzun zamandır beceriksiz siyaset kurumunun algı operasyonları ile baskı altına alarak yönetilen ve iktidarın algı operasyonlarının etkisinde olan toplum kesimleri, güvenlikçi politikalar ve yoksulluğun tavan yapması ile birlikte bir çok olumsuzluğu fark etmiş

AKREP GİBİSİNİN KARDEŞİM ALİ RIZA GELİRLİ YAZDI

Savaşın ticari dayanaklarını sorguluyorsun; ahlaki dayanaklarından habersizsin kardeşim. Sana kardeşim diyorum, zira, aynı canlı varlığın üyesiyiz; başka bir sıfat bulamıyorum. Düşünmüyorsun savaşın yolları neden bu kadar kalabalık, barışın yollanır niçin bu kadar tenha diye.

YENİ GÖÇMENLER YENİ İŞLER Engin Erkiner

Yapay zekanın emekçilerin çalışma alanlarını yok edeceğini savunanlar kapitalizmin yeni iş üretme özelliğini unutuyorlar. Bazı işlerin alanı daralırken, eskiden düşünülmeyen yeni iş alanları ortaya çıkabilir. Bunların büyük bölümü düşük ücretli işçiler içindir ve özellikle göçmenler tarafından

ÇİFT SÜRGÜNLÜK ÇEŞİTLERİ Engin Erkiner

Çift sürgünlük, aynı ülkeye ya da farklı ülkelere olmak üzere iki çeşittir.Isabelle Allende Ein weiter Feld adlı romanında İspanya iç savaşındacumhuriyetçilerin saflarında yer alan, yenilgi üzerine Pirene dağlarını geçerek Fransa’ya gelen bir kadın ve erkeği anlatır.

YENİ İLTİCA YASASI Engin Erkiner

Avrupa Parlamentosu iltica başvurularıyla ilgili yeni kısıtlamalar içeren bir yasayı kabul etti. Bu yasa Avrupa Komisyonu’nda onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. AB çapındaki bu yasaya üye her ülkenin de ulusal yasaları içinde yer vermesi gerekiyor.

ZENGİN MUTFAĞI’NDAN EYLÜL FIRTINASI’NA Süleyman KUŞ

Zengin Mutfağı adı film, “15/16 Haziran İşçi Kalkışmasını"(1) izleyen dönemde ırkçı-faşist örgütlenmelerin sermayeciler tarafından nasıl beslenip organize edildiğini, kimi resmi organlarca kollandığını, bir villanın mutfağı ve onun emektar aşçısı çevresinde ustalıkla anlatır.

PARA YERİNE KART Engin Erkiner

Almanya’da ilticacılara yönelik yeni bir uygulama başladı; nakit para verilmiyor, kendilerine verilen karttaki krediyi kullanarak alışveriş yapıyorlar. Nakit paranın karşılığı kartta bulunduğuna yani devletin ödemesinde azalma olmadığına göre, bu uygulamanın amacı nedir?

BUHRAN GÜNLERİNDE SAVAŞ SENARYOLARI Menderes İnanç

Türkiye ekonomik olarak derin bir buhran yaşamaktadır. Çoklu krizlerin içerisinde yaşayan bir ülkenin siyasi partilerinin şuursuzca tavır ve davranışları, siyaset değil siyasetsizliktir! Toplumun % 50’si muhalif olduğu halde, siyaset kurumunun çıkar ilişkilerine dayanarak epey palazlandığı