Doğa'nın Tabiat'ın ZORUNLULUĞU Bayram KAYA Yazdı

Doğa'nın Tabiat'ın  ZORUNLULUĞU

Doğa canlı bir varlıktır, hareket halindedir. Deprem (zelzele) bir doğa hareketi, yer sarsıntısı, yer kabuğunda beklenmedik bir anda ortaya çıkan enerji sonucunda oluşan sismik dalgalanmadır.

Derinlerde oluşan yer hareketinin katmanlarının yüzeye doğru kırılıp kayması bu sismik dalgalanmanın sonucudur. Yer hareketi esnasında yer kayması ve kırılması bazen yerin üstüste kıvrılması, orada bir gerilme sıkışma ve yüksek basınçlı stres biriktirmesi şeklinde olur ki, bu daha sonra yeni depremlere ve kırılmalara yol açar. Depremin frekansı türü ve büyüklüğü önemlidir.

Deprem üzerine çalışan bilim dalına Sismoloji diyoruz. Sismoloji bilimi çok gelişti, depremleri büyük oranda tahmin edebilmektedir. Sarsıntıları Sismoğraf aygıt ile ölçmekte Richter ölçeğine göre belirlemektedir. Depremler artık tehlike olmaktan çıktı.

Depreme karşıyeterki hazırlıklı olalım.

Yer hareketi ne kadar derinliklerde kırılmaya başlarsa yeryüzüne yansıması o kadar ağır oluyor ve yıkım artıyor. Üssü Pazarcık olan 7,8 büyüklüğündeki deprem ile Elbistan merkezli 7,6 büyüklüğündeki depremlerin yerin 7 - 9 km altında olduğundan söz ediliyor. Bundan dolayı sarsıntı büyük ve geniş bir alanda meydana geldi, yıkım ağır oldu.

Deprem bir doğa olayıdır, doğal bir doğa kuvvetidir, doğa-üstü metafizik bir gücün marifeti değildir. Doğa güçlerine karşı insan daima kendi aklı, mantığı ve gücü ile karşı koyarak direnmiştir. İnsanın ilk düşünce biçimi bütün mitolojiler yeryüzünün önce kaos halinde olduğunu ardından düzen geldiğini söylenceleştirir. İnsan doğa kuvvetlerine karşı daima mücadele etmiştir; bilimleri, felsefeyi bulmuş, düzeni sağlamıştır.

İnsanın kendi elleriyle kurduğu bir çok kültür depremin kurbanı olmuş, bir çok uygarlık ve kentler depremlerde yer altında kalmıştır. Arkeoloji kazıları bunu kanıtlıyor. Deprem metafizik bir gücün işi olmadığı gibi bir kader de değildir. Deprem bir yer hareketidir; depreme karşı önlem alınırsa, deprem dirençli evler-konutlar yapılırsa, büyüklüğü ne olursa olsun hiçbir deprem insana zarar veremez..

Unutmayalım deprem değil konutlar öldürür. Yüzyıllardır Japonya sık sık 9 - 10 büyüklüğünde depremlerle sarsılıyor, hiçbir ev yıkılmıyor, insanlar ölmüyorlar. Oysa Türkiye’de beş büyüklüğü ve üstündeki depremler çok yıkıcı oluyorlar. Bunun nedeni devletin ve devleti yöneten siyasi iktidarların önlem almaması, yapıları depreme uygun yapmamaları ve deprem kaderdir deyip geçmeleridir.

Türkiye'de konutlar depreme dirençli değiller.

Deprem, yıkıma karşı önceden önlem alabileceğimiz bir yer hareketidir. Maraş'ta depremin eli kulağında olduğunu açıklayan yer bilimci jeologlar oldu ama devleti yönetenlerin kılı bile kıpırdamadı, hiçbir önlem almadılar. Deprem sonrasında ne yapacaklarını şaşırdılar, felaketin katliama dönmesini sağladılar.

Oysa felaket çok az zararla atlatılabilirdi.

Türkiye’nin deneyimli kurumu Kızılay sorumluk bilinciyle yönetilseydi; Afad bir arpalığa dönüşmeseydi, modern bakış açısı ve modern mühendislikle konutlar depreme dirençli hale getirilseydi, bugün bu felaket ve katliam yaşanmazdı. Bunlar deprem uzmanlarının deyimiyle 5-10 milyar dolara yapılacak sıradan işlerdi.

Siyasi iktidar deprem vergisi olarak halkın boğazından kesilen 37 milyar doları yedi ama görevini yapmadı.

Şimdi enkazı kaldıracak, konutlar inşa edecek, bunun maliyeti ise deprem uzmanlarına göre 45 – 60 milyar dolar arası.

Deprem öldürmez konut öldürür sözü unutulmamalı.

Türkiye dünyanın en hareket halinde olan en yıkıcı deprem kuşaklarından Doğu Anadolu fay kırığı üzerinde. Toprakların %92’si, nüfusun %95’i, sanayinin %98’i, barajların %93’ü deprem tehlikesi altında. Bu tür bir ülkede deprem bilincimizin yüksek olması ve yer sarsıntıları ile birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız.

Toplumsal varlığımız bu bilince bağlıdır; çünkü, yakın tarihimizde irili ufaklı binlerce depremi yaşadık ama depremlerden ders aldık mı? Hayır. çünkü her depremle beraber bir kere daha çok ağır bedeller ödüyoruz. 

İnsan hayatı Türkiye’de çok ucuz.

Oysa her doğa hareketinin bir yasası yani doğanın diyalektiği, ilkeleri, kanunları olduğu gibi depremin de bir yasası var: Bu zorunluktur. Deprem bu yasaya göre oluşur ve gerçekleşir. Bu zorunluluğun bilincine varan toplumlar özgürleşirler, depremden zarar görmezler; çünkü, maddi hayatını bu zorunluluğa, doğa yasalarına ve doğanın diyalektiğine göre kurarlar.

Jeoloji ve Sismoloji adı verilen deprem bilimi ki, bu bilim Türkiye’de oldukça gelişti, bize doğanın hareketi ve yasaları konusunda gerekli bilgileri veriyor. Belki depremin tam saatini bilemiyor fakat nerelerde, na zamanlarda ve kaç büyüklüğünde olacağını tahmin ediyor.

Öyleyse bize düşen depreme uygun konutlar üretmek.


S
adece bu. Fazla bir şey yok. Ama Türkiye siyasi iktidarı bilim insanlarını dinlemiyor. Halkın boğazından kestikleriyle üniversiteler kurmuşuz, bilim insanları yetiştirmişiz ama bilim insanlarının sözlerini dinlemiyoruz.

O zaman bu okulları niçin açtık, kapatın gitsin. Her deprem felaketine kader der geçeriz.

Türkiye halkı 1999’dan beri 24 yıldır 37 milyar $ deprem vergisi ödedi, nerede bu para, yok. Erdoğan rejimi halkın boğazından kesip artırdığı bu parayı bile yedi. Bu parayla bile Türkiye'deki tüm dayanıksız evleri depreme dirençli hale getirmek mümkündü. Bugün her şey yalan her şey algı, yapılan hiçbir şey yok, varsa yoksa üretilen İHA’lar. Halkı bununla kandırıyorlar.

Ukraynaya satılan bayraktar İHA'ları ile yatıp kalkıyorlar. Televizyonlarında her yerde bunun propagandası. Bir savaş aracı gerçekten övünülecek bir şey midir? Kaldı ki bilmiyorlar dünyada ne İHA'lar var.

Rusya artık bunları körleştirip kendiliğinden düşmesini sağlayabiliyor, bunu bile kamuoyundan yandaşlarından gizliyorlar Sırada Kızıl Elma varmış, iki yıl sonra hazırmış, birazda bunu abartıp, bununla kandırıp, övünürler. Bu tür sahte ve yalan algılarla iktidarlarını korumaya çalışıyorlar, egemen sınıf ve yöneticiler için halkın hiçbir değeri yok ki.

Bilimsel gelişme depremin ne zaman nasıl nerede oluştuğunu, büyüklüğünü ve hangi zamanda gerçekleşeceğini yaşanmış depremlerden ve kırıklardaki basınç stres üzerinden bilme, belirleme olanağı sağlıyor. Bilime inanmak gerekiyor, deprem kaderdir diyerek geleceğimizi kader alanına, ruhlar aleminde bırakamayız.

Deprem doğaüstü güçlerin işi değil bir yer hareketidir.

Doğa insana düşman değil ama doğanın yasalarını, zorunluluğu bilmek zorundayız. Doğanın Diyalektiğini ve zorunluluğu bilirsek doğa karşısında büyük bir devrim gerçekleştirirz, özgürleşiriz. Tıpkı doğanın içinde gizli ateşi bulan, onu oradan çekip alan atalarımız gibi. Kaldı ki bize hayat veren doğa değil mi? Doğanın bir parçası değil miyiz? Hava su ekmek her şey doğan ürünü değil mi? Doğa, karnından doğduğumuz bir ana değil mi ? Yeterki tabiat anayı iyi öğrenelim, doğanın da tıpkı bizim gibi canlı bir varlık olduğunu unutmayalım.

Dünyada her şeyin iyi ve kötüsü vardır; doğa hayat verdiği gibi deprem de verir. Doğanın diyalektiğini bilmemenin mutlak bir bedeli olacaktır. Bu devirde Doğanın Diyalektiğine aykırı davranmak felakettir.

ÖNERİLEN İÇERİKLER

Yazar Postları

DİPTEN GELEN DALGA SAHİPSİZ KALMASIN Menderes İnanç

Türkiye yeni bir yol ayrımında. Uzun zamandır beceriksiz siyaset kurumunun algı operasyonları ile baskı altına alarak yönetilen ve iktidarın algı operasyonlarının etkisinde olan toplum kesimleri, güvenlikçi politikalar ve yoksulluğun tavan yapması ile birlikte bir çok olumsuzluğu fark etmiş

AKREP GİBİSİNİN KARDEŞİM ALİ RIZA GELİRLİ YAZDI

Savaşın ticari dayanaklarını sorguluyorsun; ahlaki dayanaklarından habersizsin kardeşim. Sana kardeşim diyorum, zira, aynı canlı varlığın üyesiyiz; başka bir sıfat bulamıyorum. Düşünmüyorsun savaşın yolları neden bu kadar kalabalık, barışın yollanır niçin bu kadar tenha diye.

YENİ GÖÇMENLER YENİ İŞLER Engin Erkiner

Yapay zekanın emekçilerin çalışma alanlarını yok edeceğini savunanlar kapitalizmin yeni iş üretme özelliğini unutuyorlar. Bazı işlerin alanı daralırken, eskiden düşünülmeyen yeni iş alanları ortaya çıkabilir. Bunların büyük bölümü düşük ücretli işçiler içindir ve özellikle göçmenler tarafından

ÇİFT SÜRGÜNLÜK ÇEŞİTLERİ Engin Erkiner

Çift sürgünlük, aynı ülkeye ya da farklı ülkelere olmak üzere iki çeşittir.Isabelle Allende Ein weiter Feld adlı romanında İspanya iç savaşındacumhuriyetçilerin saflarında yer alan, yenilgi üzerine Pirene dağlarını geçerek Fransa’ya gelen bir kadın ve erkeği anlatır.

YENİ İLTİCA YASASI Engin Erkiner

Avrupa Parlamentosu iltica başvurularıyla ilgili yeni kısıtlamalar içeren bir yasayı kabul etti. Bu yasa Avrupa Komisyonu’nda onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. AB çapındaki bu yasaya üye her ülkenin de ulusal yasaları içinde yer vermesi gerekiyor.

ZENGİN MUTFAĞI’NDAN EYLÜL FIRTINASI’NA Süleyman KUŞ

Zengin Mutfağı adı film, “15/16 Haziran İşçi Kalkışmasını"(1) izleyen dönemde ırkçı-faşist örgütlenmelerin sermayeciler tarafından nasıl beslenip organize edildiğini, kimi resmi organlarca kollandığını, bir villanın mutfağı ve onun emektar aşçısı çevresinde ustalıkla anlatır.

PARA YERİNE KART Engin Erkiner

Almanya’da ilticacılara yönelik yeni bir uygulama başladı; nakit para verilmiyor, kendilerine verilen karttaki krediyi kullanarak alışveriş yapıyorlar. Nakit paranın karşılığı kartta bulunduğuna yani devletin ödemesinde azalma olmadığına göre, bu uygulamanın amacı nedir?

BUHRAN GÜNLERİNDE SAVAŞ SENARYOLARI Menderes İnanç

Türkiye ekonomik olarak derin bir buhran yaşamaktadır. Çoklu krizlerin içerisinde yaşayan bir ülkenin siyasi partilerinin şuursuzca tavır ve davranışları, siyaset değil siyasetsizliktir! Toplumun % 50’si muhalif olduğu halde, siyaset kurumunun çıkar ilişkilerine dayanarak epey palazlandığı