Bayram Kaya yazdı GÖÇ TARİHİ 2.BÖLÜM

GÖÇ TARİHİ – 2
GÖÇ TEORİLERİ
Göçün niteliklerini yazmıştık. Bugün Göç Teorilerini yazacağız. Bütün Göç Tarihi GÖÇ TEORİLERİ içinde ifade edilebilir ve Göç Tarihini anlamamızda en elamenter unsur haline gelirler.
Teoriler

1- Ekonomik Göç Teorileri
Neoklasik ekonomi perspektifli modelin merkezi kavramı ‘insan sermayesidir’; insanlar göçe yatırım yapmaya karar verirler, aynı şekilde eğitime veya mesleki eğitime yatırım yapmaya karar verebilecekleri gibi. Çünkü göç insan sermayesini -hem kazancı hemde artı değeri- artırır ve bu da kazanç açısından potansiyel gelecek kazanımları sunar. İnsanlar, gidecekleri ülkede kazanmayı umdukları yüksek ücretler, göç sırasında maruz kalacakları maliyetten daha yüksekse göç edeceklerdir. Ekonomik göç teorisi, Faydayı maksimize eder.
Bireyler kendi refahlarını maksimize edebilecekleri bir ülke araştırırlar. Bireyin finansal kaynakları, göç alma rekabeti içindeki ülkelerin uyguladığı göç düzenlemeleri, kaynak ülkenin iç göç düzenlemeleri bu araştırmayı sınırlandırır. Göç piyasasında farklı bilgi parçaları değiş tokuş edilir ve farklı seçenekler karşılaştırılır. Bu anlamda, bireyler ‘göç teklifi’ yapma yolunda rekabet içinde olan göç alan ülkelerin bilgilerini karşılaştırır ve birini seçerler. Bu piyasa yerinde toplanan bilgiler pek çok bireyi doğdukları ülkede kalmanın daha ‘kazançlı’ olduğu düşüncesine de sevk edebilir. Öte yandan kimi bireyler ise diğer ülkelere gitmenin daha iyi olacağı sonucuna varırlar. Göç piyasası, bu bireyleri göç alan ülkeler boyunca rastgele olmayan bir şekilde sınıflandırır. Ampirik çalışmalar neoklasik teorinin geçerliliği ile ilgili kuşkular uyandırmaktadır. En azgelişmiş ülkelerden zengin ülkelere göç edenler nadiren en yoksul kişilerdir; gerçekte, göç edenler daha çok ekonomik ve sosyal değişim içerisindeki bölgelerde yaşayan toplumsal orta sınıftır.
Neoklasik göç teorisi basitleştirici ve günümüz göç hareketlerini açıklama veya gelecekteki göç hareketlerini ön görme yeteneğinden yoksun olduğu için eleştirilir.

2- Göç Sistemleri Teorisi (Disiplinlerarası Yeni Bir Yaklaşım Eğilimi)
Bu tür eleştirilerin sonucunda çok sayıda disiplini içine almayı ve göç deneyiminin tüm boyutlarını kuşatmayı amaçlayan yeni bir yaklaşım ortaya çıktı: Göç sistemleri teorisi.
Göç sistemleri teorisi, göç hareketlerinin genellikle veren ve alan ülke arasında sömürgecilik, siyasal etkileşim, ticaret, yatırım veya kültürel bağlara dayanan ve önceden var olan bağlantılar üzerinden ortaya çıktığını ileri sürer.
Bu nedenle Meksika’dan ABD’ye yaşanan göç 19. yüzyılda ABD’nin güneybatıya doğru genişlemesi ve 20. yüzyılda Amerikalı işverenlerin Meksikalı işçilere olan planlı talebine dayanır.

3- Tarihsel-Yapısalcı Yaklaşım (Ya da Merkez - Çevre İlişkisi)
1970’lerde ortaya çıkan ve tarihsel-yapısalcı yaklaşım olarak adlandırıla gelen yaklaşım uluslararası göçü açıklayan alternatif bir yaklaşımdı.
Entelektüel temellerini Marksist Politik Ekonomi ve Vallerstein'ın Dünya Sistemi Teorisinde bulan bu yaklaşım dünya ekonomisindeki eşitsiz ekonomik ve siyasal güç dağılımına vurgu yapıyordu. Göç, sermaye için bir çeşit ucuz emek hareketi olarak görülüyordu. Zenginleri daha da zengin yapmak için eşitsiz kâlkınmanıin ve yoksul ülkelerin kaynaklarının sömürülmesinin devamlılığını sağlıyordu.
Dünya sistemi teorisine göre, emek göçü kapitalizmin merkez ülkeleriyle onların azgelişmiş çevreleri arasında sahtekârlıkla oluşturulmuş olan hegemonyacı tahakküm ilişkisinin temel yollarından biridir.
Göç Üçüncü Dünyanın Birinci Dünyaya bağımlı kalması, dünya ticaretinin ve çıkarların kontrol edilmesi açısından askeri tahakküm kadar önemliydi. Bu teori Samir Amin'in Merkez – Periferi Tezi ile Wallerstein'ın Dünya İmparatorluğu Tezi'nden izler taşımaktadır.

4- Etnisite
Etnisite, yaygın kullanımıyla, genellikle bir azınlık grubun nitelikleri olarak görülse de, pek çok sosyal bilimci ortak bir köken, tarih, kültür, deneyim ve değerler temelinde bir gruba ait olma hissi anlamında herkesin etnisiteye sahip olduğu görüşündedir.
Etnisite, ‘ilksel’, ‘durumsal’  ‘araçsal’ açıdan tartışılmaya devam ediliyor. Önemli olan, etnisitenin belirli bir grubun tanımlanmasına yol açması ve bunun görünür işaretlerinin -fenotip, dil, kültür, gelenek, din, tutum - diğer gruplar tarafından dışlanmak için kıstas olarak kullanılabilmesidir. Etnisite, sadece, egemen gruplar ve azınlıklar arasında sınır çizme işlemiyle ilişkilendirildiğinde toplumsal ve siyasal anlamlar kazanır. Etnik bir azınlık olmak göçün doğrudan bir sonucu değildir, tersine farklı grupları farklı şekillerde etkileyen özel marjinalleştirme mekanizmalarının bir sonucudur. Ve en proplemli alandır.

5- Irkçılık
Belirli gruplara karşı ırkçılık hemen hemen bütün göçmen ülkelerinde bulunur. Toplumsal grupların diğer grupları görünür veya kültürel işaretler temelinde farklı veya aşağı statüde sınıflandırma işlemi olarak tanımlanabilir. Bu işlem ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü kapsar ve genellikle tanımlanan grubun dışlanmasını ya da sömürülmesini meşrulaştırma amacını taşır.
Bazı ülkelerde, başta Almanya ve Fransa olmak üzere, ırkçılıktan bahsetmek konusunda bir isteksizlik vardır. Irkçılığı pembeye boyamaya çalışıyorlar. ‘Yabancılara karşı düşmanlık’, ‘etnosantrizm’ ya da ‘yabancı düşmanlığı’ gibi peçeleme ve örtmeceler kullanılıyor. Bu da ırkçılığa bir ödün olarak  onları güçlendirmektedir. Ancak etiketler üzerine tartışmak verimsiz: Irkçılığı ve nedenlerini anlamak daha önemli. Irkçılık, bir toplumun özel tarihine ve egemen grubun çıkarlarına bağlı olarak farklı şekillerde işler.

6- Kültürel Irkçılık
Kültür, bütün göç alan hedef ülkelerde gittikçe daha çok siyasallaşıyor. Irksal üstünlük düşünceleri ideolojik ağırlıklarını kaybettikçe, azınlıklara karşı dışlayıcı pratikler giderek kültürel farklılık meselesi üzerine yoğunlaşıyor.

7- Kültür, Kimlik ve Cemaat
Küreselleşme bağlamında, kültür, kimlik ve cemaat genellikle merkezleştirici ve homojenleştirici güçlere karşı bir direnç noktası işlevi görür. Bunlar, yeni etnik azınlık tartışmalarında merkezi konular olmuştur.
Birincisi, zaten açıklandığı gibi, kültürel farklılık etnik sınırların bir işareti olarak işlev görür. İkincisi, etnik kültürler cemaat oluşumunda merkezi bir rol oynarlar: Etnik gruplar bir küme oluşturduklarında özel ve kamusal alanların farklı kullanımıyla belirlenen kendi mahallelerini kurarlar. Üçüncüsü, etnik mahalleler, 'yerli' toplumsal çoğunluğun kimi üyeleri tarafından onların ‘ülkeyi ele geçiren yabancı’ korkularının bir sağlaması olarak görülür. Başka deyişle, Etnik Cemaatler egemen kültüre ve ulusal kimliğe karşı ülkelerini ele geçirecek bir düşman tehditi olarak algılanır. Dördüncü olarak, egemen gruplar göçmen kültürlerini ilkel, durağan ve gerici olarak görebilirler. Dilsel ve kültürel devamlılık ileri endüstriyel toplumlar seviyesine ulaşmadaki yetersizliklerinin bir kanıtı olarak düşünülür. Asimile olmayanların ‘kendileri, bizzat kendi marjinal pozisyonlarının sorumluluğunu taşırlar’. Kültür, kimliğin bir kaynağı, dışlanma ve ayrımcılık karşısın da bir direnç noktası olarak kilit rol oynamaktadır etnik azınlıklar için
Burada görülen dört olgu günümüz Avrupa toplumsal politik yapısında ampirik olarak gözlenmektedir. Günümüz Göçmenlerin durumuna birde bu teorik açıdan bakmakta fayda var.

7- Vatandaşlık
Bir vatandaşın kim olduğunu tanımlamak, yeni gelenlerin nasıl vatandaş olabilecekleri ve vatandaşlığın anlamlarının neler olduğu göç olgusuyla birlikte tartışılıyor. Devlet prensip olarak sadece tek bir üyeliğe izin verse de, göçmenler ve onların soylarının birden fazla devletle ilişkileri söz konusudur. İki devletin vatandaşı olabilirler veya bir devletin vatandaşı olup başka bir devlette yaşayabilirler. Böylesi durumlar ‘bölünmüş sadakate’ yol açabilir ve milliyetçi ideal olan kültürel homojenliğe zarar verir. Bu nedenle büyük ölçekli bir yerleşim kaçınılmaz olarak vatandaşlık tartışmalarına yol açar. Vatandaşlık siyasal bir topluluk içindeki bütün vatandaşların haklarının eşitliğini gösterdiği gibi bu hakları garanti altına alan bir dizi kuruma karşılık gelir. Ne var ki, biçimsel eşitlik nadiren uygulamada eşitliğe yol açar. Örneğin, vatandaşlık her zaman erkekler için kadınlardan biraz daha farklı bir anlama gelmiştir, çünkü vatandaş kavramı kadını ve çocukları temsil eden erkek aile babasına dayanmaktadır.

Bir çok vatandaşlık modeli vardır:
A- Emperyal Kolonyalist Model:
Ulusa aidiyetin aynı iktidarın veya yöneticinin tebaası olma bağlamında tanımlanması. Bu düşünce Fransız ve Amerikan devrimlerinin öncesini tarihlendirir. Çok etnisiteli ve çok dilli imparatorlukların çeşitli halklarının bütünleşmesine izin verir (Britanya, Avusturya-Macar ve Osmanlı İmparatorluğu gibi kolonyalist yönetimler). Bu model İngiltere’de, modern anlamda bir vatandaşlık yaratan, 1981 Uyrukluk Sözleşmesi işlemine kadar biçimsel varlığını sürdürdü. Eski Sovyetler Birliği’nde de bir dereceye kadar bu yaklaşımın farklı geçerliliği vardı. Neredeyse daima ideolojik bir karaktere sahip olan bu kavram belirli bir etnik grubun veya uyruğun diğer halklar üzerindeki tahakkümünü peçelemeye yardımcı olur.
B- Halk veya Etnik Model:
Azınlıkların vatandaşlıktan ve ulusal topluluktan dışlanması anlamına gelen, ulusa aidiyetin etnisite ve kültür (ortak soy, dil ve kültür) bağlamında tanımlanması (Almanya ve Fransa, bu modele yakındır).
C- Cumhuriyetçi Model:
Ulusun bir anayasa, kanunlar ve vatandaşlık temelinde siyasal bir topluluk olarak tanımlanması. Yeni gelenlerin vatandaşlığa kabulüne imkân tanıyan bu model onların siyasal kurallara bağlılıklarını sağlar ve ulusal kültüre uyum sağlamalarını amaçlar. Bu asimilasyoncu yaklaşım Fransız ve Amerikan devrimlerine kadar geri gider. Fransa en açık güncel örnektir.
D- Çok Kültürlü Model:
Ulusun bir anayasa, kanunlar ve vatandaşlık temelinde siyasal bir topluluk olarak tanımlandığı bu model yeni gelenlerin kültürel farklılıklarını yaşayabilecek ve etnik cemaatler oluşturabilecek bir biçimde vatandaşlığa kabulüne imkân tanır ve onların siyasal kurallara bağlılıklarını sağlar. 1970’ler ve 1980’lerde Avustralya, Kanada ve İsveç’te egemen olan bu çoğulcu ve çokkültürlülük modeli ayrıca diğer Batı ülkelerinde de etkili oldu. Bütün bu ideal vatandaşlık türlerinde ortak bir özellik var: Hepsi vatandaşların sadece tek bir ulus devlete aidiyeti üzerine dayanmaktadır. Göçmen yerleşimi öncelikle sadakatin göç edilen ülkeden şu an oturulan ülkeye dönüşeceği bir süreç olarak değerlendirilir. Bu süreç, çok uzun ve hatta kuşaklar boyu sürebilir, vatandaşlığa kabul edilme ve yeni devletin vatandaşlığının elde edilmesi yoluyla sembolik olarak belli olur.

Yararlanılan Kaynak: Göçler Çağı

ÖNERİLEN İÇERİKLER

Yazar Postları

DİPTEN GELEN DALGA SAHİPSİZ KALMASIN Menderes İnanç

Türkiye yeni bir yol ayrımında. Uzun zamandır beceriksiz siyaset kurumunun algı operasyonları ile baskı altına alarak yönetilen ve iktidarın algı operasyonlarının etkisinde olan toplum kesimleri, güvenlikçi politikalar ve yoksulluğun tavan yapması ile birlikte bir çok olumsuzluğu fark etmiş

AKREP GİBİSİNİN KARDEŞİM ALİ RIZA GELİRLİ YAZDI

Savaşın ticari dayanaklarını sorguluyorsun; ahlaki dayanaklarından habersizsin kardeşim. Sana kardeşim diyorum, zira, aynı canlı varlığın üyesiyiz; başka bir sıfat bulamıyorum. Düşünmüyorsun savaşın yolları neden bu kadar kalabalık, barışın yollanır niçin bu kadar tenha diye.

YENİ GÖÇMENLER YENİ İŞLER Engin Erkiner

Yapay zekanın emekçilerin çalışma alanlarını yok edeceğini savunanlar kapitalizmin yeni iş üretme özelliğini unutuyorlar. Bazı işlerin alanı daralırken, eskiden düşünülmeyen yeni iş alanları ortaya çıkabilir. Bunların büyük bölümü düşük ücretli işçiler içindir ve özellikle göçmenler tarafından

ÇİFT SÜRGÜNLÜK ÇEŞİTLERİ Engin Erkiner

Çift sürgünlük, aynı ülkeye ya da farklı ülkelere olmak üzere iki çeşittir.Isabelle Allende Ein weiter Feld adlı romanında İspanya iç savaşındacumhuriyetçilerin saflarında yer alan, yenilgi üzerine Pirene dağlarını geçerek Fransa’ya gelen bir kadın ve erkeği anlatır.

YENİ İLTİCA YASASI Engin Erkiner

Avrupa Parlamentosu iltica başvurularıyla ilgili yeni kısıtlamalar içeren bir yasayı kabul etti. Bu yasa Avrupa Komisyonu’nda onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. AB çapındaki bu yasaya üye her ülkenin de ulusal yasaları içinde yer vermesi gerekiyor.

ZENGİN MUTFAĞI’NDAN EYLÜL FIRTINASI’NA Süleyman KUŞ

Zengin Mutfağı adı film, “15/16 Haziran İşçi Kalkışmasını"(1) izleyen dönemde ırkçı-faşist örgütlenmelerin sermayeciler tarafından nasıl beslenip organize edildiğini, kimi resmi organlarca kollandığını, bir villanın mutfağı ve onun emektar aşçısı çevresinde ustalıkla anlatır.

PARA YERİNE KART Engin Erkiner

Almanya’da ilticacılara yönelik yeni bir uygulama başladı; nakit para verilmiyor, kendilerine verilen karttaki krediyi kullanarak alışveriş yapıyorlar. Nakit paranın karşılığı kartta bulunduğuna yani devletin ödemesinde azalma olmadığına göre, bu uygulamanın amacı nedir?

BUHRAN GÜNLERİNDE SAVAŞ SENARYOLARI Menderes İnanç

Türkiye ekonomik olarak derin bir buhran yaşamaktadır. Çoklu krizlerin içerisinde yaşayan bir ülkenin siyasi partilerinin şuursuzca tavır ve davranışları, siyaset değil siyasetsizliktir! Toplumun % 50’si muhalif olduğu halde, siyaset kurumunun çıkar ilişkilerine dayanarak epey palazlandığı