Engin Erkiner Yazdı SÜRGÜNLÜĞÜN AŞAĞIDAN TARİHİ

SÜRGÜNLÜĞÜN AŞAĞIDAN TARİHİ
Engin Erkiner

Tarih yoktur, tarihler vardir.
Post modernizmin tarihle ilgili belirlemesinin iki yönü vardir.

Birincisi; genel özellikleriyle tarihi –büyük tarih de denilebilir- yadsiyarak büyük anlatilarin döneminin bittigini vurgularken, zihinsel faaliyetin önemli özelliklerinden olan genellemeyi de ortadan kaldirir. Genelleme, birbirine benzemezlerin ortak özelliklerini bulmak demektir. Bu özellikler büyükteki her parçada degisik oranlarda vardir ama buradan parçalarin birbirine çok benzedigi sonucu çikmaz. Bütün, genel özelliklerine uymayan parçalari da içerir ama bunlar belirleyici degildir.
    Bunu büyük bir nehrin akisina benzetmek mümkündür. Nehrin belirli yönde akmasi içinde anaforlarin, ters akintilarin bulunmasini dislamaz ama belirleyici olan büyügün hareketidir.
    Ikincisi; post modernizm büyügü olusturan parçalarin farkli hatta ters özelliklerine dikkat çekerek -genellemeyi yadsimamak ama onunla da sinirli kalmamak sartiyla- bütünün daha iyi kavranmasini saglayabilir.
    Bu anlayis sürgünlük konusuna uyarlandiginda sürgün tarihi yoktur, sürgünlüklerin tarihleri vardir denilebilir. Sürgün tarihi, benzerliklerinin yani sira farkli özellikler de tasiyan çok sayida bireysel tarihin ortak özelliklerinin birlestirilmesinden olusur. Genel bir sürgün tarihinin varligi, çoklu tarihin ya da sürgünlerin tarihinin varligini dislamaz, tersine içerir.
    Bu yazinin konusu genel tarihin özelliklerinden ayrilan bir bireysel tarih anlatimidir. Büyük tarihin genel özelliklerini de bünyesinde yansitmakla birlikte ondan oldukça farkli yönleri de vardir.
    Konu üç asamada anlatilabilir.
    Sürgünün genel özellikleri nelerdir; Türkiyeli sürgünler hangi oranda bu özelliklere uyarlar; anlatilacak olan bireysel sürgünlük tarihinin genele benzemeyen özellikleri nelerdir?
    Genellikle fasist diktatörlükler nedeniyle ülkelerini terk etmek zorunda kalan insanlar, yeni ülkelerinde hayata yeniden baslamak zorundadirlar. Egitimleri, meslekleri eski degerini tasimaz. Farkli bir kültür içinde yasamak ve yeni bir dil ögrenmek zorundadirlar. Yillarca süren yalnizlik ve iletisimsizlik sürgünlerin ortak özelligidir.
    Bu bir genellemedir ve iç ayrismalar dikkate alinmazsa yaniltici sonuçlara götürebilir.
    Türkiye’den ayrilmak zorunda kalan sürgünler için konuyu 1980 sonrasi ve Avrupa sürgünleriyle sinirlandiracak olursak, bu sürgünlügün genele benzemeyen önemli özelligi hemen görülebilir. Bu insanlar bir Türkiye’den çikip baskasina geldiler. Gittikleri ülkelerde –özellikle Almanya’da- yillar önce gelip yerlesmis, çogunlukla isçi ve degisik örgütlerin politik çalisma yaptigi bir kitle vardi. Yalnizlik, iletisimsizlik gibi sorunlarla pek az karsilastilar. Ayni dili konustugu büyük bir kitlenin içine gelmek önemli avantajdir. 
    Bu avantaj sonraki yillarda dezavantaja dönüsecek ve çok sayida sürgün bulundugu ülkenin dilini ögrenmekte –geldikten sonra en az 20 yil geçmis bile olsa- yetersiz kalacakti.
    Burada kisisel tarihe geçip, bununla genel tarihin benzesmeyen özellikleriyle devam etmek gerekir.


GELIS VE ILK YILLAR

Haziran 1981’de macerali bir yolculuktan sonra Paris’e geldigimde burada ögreneceklerimin ve bunun kazandiracagi özgüvenin gelecekteki hayatimi nasil etkileyecegini bilemezdim. Kendimi mücadelenin içinde buldum ama genelden –Avrupa sürgünlerinde geneli büyük oranda Almanya belirlemistir- iki önemli fark vardi: politik ilticaci yok denilecek kadar azdi ve büyük çogunluk konfeksiyon isçisiydi. Bu insanlar devrimci ya da en azindan sola açik insanlardi. 12 Eylül fasizmini protesto eylemlerine katiliyorlardi ama Paris’e özgü sorunlari –ev sorunu gibi- agir basiyordu. Böylece ilk adimda bende yasanilan ülkedeki sorunlara yönelik faaliyet merkeze alinmadan Türkiye’ye yönelik çalismanin –protesto eylemleri dahil- büyük oranda boslukta kalacagi düsüncesi yerlesecekti. Ilk olarak Almanya’ya gelmis olsaydim ayni görüse ulasmam herhalde yillar alirdi. 1982 yilbasinda Paris’te üç apartmani isgal ettik ve beklemedigimiz bir ilgiyle karsilastik. Büyük gazetelerin ve TV kanallarinin muhabirleri isgal evlerine geldiler ama kim konusacakti? Kimsenin yeterli Fransizcasi yoktu. Orada her ülkede geçerli bir dili –Ingilizce- iyi bilmenin önemini anlayacaktim. Nereye gidersen git, isterse geldigin ülkenin dilini konusan kimse bulunmasin, yine de dilsiz kalmamak, genel çizginin disina çikmak için yeterlidir. Isgal haberinin –yapanlarla ilgili bilgiyle birlikte- Fransizca ve Türkçe gazetelerde yer almasi, Le Monde’un benimle yaptigi uzun söylesiyi yayinlamasi, ardindan Fransizcasi iyi insanlar bulmamiz ve bunlarin televizyon kanallarinda konusmalari bende bir Avrupa ülkesinde de küçük olmayan isler yapilabilecegi düsüncesini yerlestirdi ve gelecek için cesaret verdi. Ülkesini terk etmek zorunda kalmis politik mültecinin boynu bazen biraz bazen de oldukça büküktür. Ülkesindeki mücadeleyi birakip kaçmakla suçlanabilir ve buna karsi kisa sürede dönecegi yanitini vererek kendini savunur. Bu duyguya hiç sahip olmadim. Yakalanma ve infaz haberlerinin birbirini kovaladigi bir ortamda hem de isçilerle birlikte adi iki ülkede duyulan bir is yapmistik. Hürriyet –dogal olarak- bize küfrederken yaptigimiz isi de duyuruyordu; Fransiz yayin organlarinda durum daha iyiydi; sadece isçilerin ev sorunu degil, Türkiye’deki fasizm de arada bir gündeme geliyordu. Ayni yilin sonbaharinda Almanya’ya geldim ve insanlarda hakim olan anlayisa sasirdim. Kafalarinda ve pratiklerinde sadece Türkiye vardi, sanki Almanya’da yasamiyorlardi. Ülkede çok sayida Türkiyeli isçi bulundugu gibi ikinci kusak da is hayatina giriyordu. Göçmen, politik mülteci belirlemeleri küfür gibi algilaniyordu ve insanlar sadece dönüsü düsünüyordu. Isçi kitlesi ise –sözlü olarak tersini söylemelerine karsin- kalici görünüyordu ve politik çalisma bunu dikkate alarak yürütülmeliydi. Gerekçe aranirsa bulunur. Dil ögrenmek için kursa giden az sayida kisiye yönelik suçlamaya hayret etmistim: bunlarin dönmeye niyeti yok, dil ögreniyorlar! Almanca gibi önemli bir dili ögrenmenin dönmekle ne ilgisi vardi? Insanlar Almanca bilerek dönseler sosyalist harekete zarar mi vereceklerdi? Devrimciler tembel degildi, durmadan kosturuyorlardi ama zorlanacaklarini bildikleri dil ögrenmek gibi yeni bir alana girmeye çekiniyorlardi.


DÖNÜS KONUSU

Dönüs, sürgünlerin zihninden aradan yillar geçse bile çikmaz. Kuskusuz aranan insanla artik aranmiyor olanin dönüsleri farklidir. Ilkinin dar da olsa mevcut politik iliski agi içine dönmesi gerekir. Politik çalisma yapamayacak olanin dönmesi anlamsizdir, gizlenme sorunu nedeniyle oradakilere yük bile olabilir. Böyle bir düsüncem olmadi ve bu da genel sürgünlük tarihinden apayri bir özelliktir. Bir silahli mücadele örgütünün kuruculari arasinda olan, örgütün temel belgesini yazmis, silahli eylemlere katilmis, hapisten kaçmis, müebbet almis ve Avrupa’da da aktif bir kisi iseniz, bu devlet sizi unutmaz. Bunu bastan beri iyi anlamistim. Dönmek; bir gün olursa olurdu, olmazsa da sorun degildi. Önemle belirtmek gerekir; çok sayida sürgün döndü ve dönüsleri sosyalist harekette önemli denilebilecek etki yaratmadi. 1990 baslarinda 141. ve 142. maddelerin kalkmasiyla bu maddelerden yargilananlarin davalari düstü ve önemli bölümü döndüler. Ek olarak yeni infaz yasasiyla davalari düsenlerin bir bölümü de dönecekti. Sayiyi bilmiyorum ama sadece benim bildiklerim bile az degildir. Türkiyelilerin Avrupa sürgünlügü sadece gelisleri degil dönüsleri de içerir. Baska ülkeler tarihinde görülmeyen dinamik ve sürekli çesitlenen bir sürgün gidis- gelisi söz konusudur. (Konu baska yazida islenecegi için burada ayrintiya girmiyorum.) Tekrar Almanya’ya dönersek…


İKİNCİ BÜYÜK DENEY

1980’li yillarda çok sayida sosyalist aydin, yazar ve sair Avrupa ülkelerine –özellikle Almanya’ya- gelmek zorunda kalmisti. Internet yayinciliginin bulunmadigi o yillarda bu insanlarin Türkiye’de yayinlanan az sayida legal yayin organinda görüslerini ifade etmesi mümkün degildi. Almanya’da baska ülkelerdeki sürgünlerin de yazabilecegi sol içerikli bir edebiyat-kültür dergisi gerekiyordu. Böyle bir derginin –Yazin- 28 yil yayinlanmasinda –dergi 1992-2004 arasinda 56 sayi Avrupa ve Türkiye’de yayinlanacakti- belirleyici rol oynadim. Demek ki bir Avrupa ülkesinde adi yillar sonra bile hatirlanan kalici isler yapabilmek mümkündü. Yazin her zaman bir Avrupa dergisi oldu, Türkiye’den yazanlar da bulunmakla birlikte yazarlarin çogunlugu degisik Avrupa ülkelerindendi. 1980’li yillarin ikinci yarisindan baslayarak hemen her örgütün yasal yayini vardi. Bunlardan birkaçinin Avrupa sorumlulugunu yaptigim için biliyorum: Avrupa’daki satis olmasa Türkiye’de yayinin çikarilmasi ekonomik olarak mümkün degildi ve sürekli sübvansiyonla da yayin yürütülemezdi. Avrupa ülkelerinde toplanan yayin parasinin sadece baski degil büro masraflarini da karsiladigini biliyorum. Türkiye’de yayin parasi toplamak –genel dagitima verilebilenler disinda- zordu. O yillarda yasal yayin bir örgütün olmazsa olmaziydi ve Avrupa satisi olmadan da hepsini bilmedigim için tamami diyemem ama önemli bölümünün yayinlanmasi mümkün degildi. Tek basina bu bile büyük bir katkidir, diger katkilardan söz etmeyeyim. Avrupa ülkelerinde degisik örgütlerde bulunan, sürekli kosturan ve ülkedeki yapiya küçümsenemeyecek katkilarda bulunan arkadaslarin bu performanslarinin açik olarak taninmasini neden savunmadiklarini yillarca merak ettim.


ÇÜRÜMENIN ÜLKESI YOKTUR!

Mülteciligin çürütücü etkisi hakkinda çok sey dinledim. Söylenenler dogrudur ama çürüme Avrupa’ya özgü degildir, Türkiye’de de çok sayida örnegi bulunuyor. Çürümenin ülkesi yoktur. Sosyalist her yerde sosyalisttir, olmak zorundadir. Avrupa sürgünleri arasinda çürüyenlerin sayisi az olmamakla birlikte yillardir çabalayan ve sosyalist harekete su veya bu oranda katkisi olmus insanlar da az degildir. Bu arkadaslarin kendilerini degerlendirirken haksizlik yaptiklarini yillardan beri savunurum. Türkiye’de yasiyor olmak kendi basina pozitif bir deger degildir, belirleyici olan kisinin yillardir ne yaptigidir. Orada ellerinden geleni yapanlar, Avrupa ülkelerinde benzerini yapanlari takdir ederler; bunu yillardir degisik örneklerden biliyorum. Bir sey yapmayanlarin degerlendirmelerine de aldirmamak gerekir.


SONUÇ YERINE…

Kendi tarihim açisindan sunlari ifade edebilirim: Buraya büyük avantajlarla geldim ve bunlari iyi kullandim. Üniversite bitirmis olmak, geçerli bir dili bilmek, büyük kentlerde büyümüs olmak; bunlarin hepsi önemli avantajlardir. Sürgünlük ayni zamanda insanin çogalmasidir; geldiginde diyelim ki bir kisi ise, yillar sonra diyelim üç kisi olmasidir. Devrimci mücadele ayni zamanda kendine yatirim yapmak ve sonuçlarini almak demektir. Fransa ve Almanya’da geçen yillar bana çok sey kazandirdi. Geçerli bir dili daha ögrendim, iki üniversite daha bitirdim, Türkiye’de iken yazdigim ikinin üzerine 24 kitap daha yazdim, 28 yil adi unutulmayacak bir dergiyi yayinladim. Okuyup ögrenmek konusunda istedigim her kaynaga ulasabildim. Kimseyi ikna etmekle ugrasmadim, simdi de böyle bir niyetim bulunmuyor. Yeriniz neresi olursa olsun belirleyici olan performanstir. Baska bir cografyada bunlarin yarisini yapabilir miydim, emin degilim. Insanlar yaptiklarina sahip çikmalidirlar. Bazi arkadaslarimiz sürgünlük konusunda yapilan harci alem degerlendirmelerden fazla etkileniyorlar ve bunu anlamakta zorluk çekiyorum. Kalite her yerde yolunu açar, bazen geç olabilir ama açar. Buna güvenmek ve en basta kendine haksizlik yapmamak gerekir. Unutmayalim, 30 yil öncesinde yasamiyoruz. Iletisim imkanlari olaganüstü gelisti; kisinin nerede, ne yaptiginin ögrenilmesi kolaylasti. Yillarca Avrupa sürgünlerine gözlerini kapayan Türkiye’deki sosyalist solun büyük bölümü, tümüyle olmasa bile büyük oranda bu alani görmeye basladi. Çok sayida insan Avrupa ülkelerine geldi, halen de geliyorlar. Kimin ne düsündügüne aldirmadan geliyorlar. Önümüzdeki yillarda 12 Eylül sürgünleri, sonradan gelenler ve ülkede ekonomik ve politik sorunu bulunmamasina karsin “gönüllü sürgünlügü” tercih edenler, Türkiye politikasinda daha büyük rol oynayacaktir. Bunu görmek, gerekleri üzerinde düsünmek ve çok önceki yillarin degerlendirmelerine takilip kalanlara da aldirmamak gerekir.

ÖNERİLEN İÇERİKLER

Yazar Postları

Bayram Kaya Yazdı GÖÇ TARİHİ 1.BÖLÜM

İnsanlık Tarihi Göç Tarihidir. Tarihin erken devirlerinden günümüze gelinceye kadar, dünya coğrafyası çok sayıda göç hareketine sahne olmuştur. Göçlerin pek çok sebebi vardır. Açlık, kıtlık, sel felâketi, deprem, toprak yetersizliği, otlak yerlerinin yetmemesi, issizlik, ic savaslar,