DEPREM ve DEVLET (Haber Dosya) Çağla Oflas yazdı

Devlet ve Deprem

Maraş merkezli iki büyük deprem milyonlarca insanın yaşamını etkiledi. Türkiye’nin 10 ilini ve Suriye’nin kuzeyini etkileyen deprem sonrasında, 100 bini aşkın insani kaybın meydana geleceği söyleniyor. Yaralı sayısı şimdiden yüz bine ulaştı. 13 milyon insanın yaşadığı bölgenin tekrar Yaşanabilecek hale gelmesi için uzun bir zamana ihtiyaç var.

On binlerce insan yıkıntıların arasında kalırken, canını zor kurtaran insanların büyük bir kısmına hala çadır ve gerekli ihtiyaç malzemeleri ulaştırılabilmiş değil. Deprem şehirleri yerle bir ederken, kamu gücünü elinde bulunduranların, ellerindeki tüm gücü sermayenin güvenliği ve istikrarını korumak için kullandıkları bir kez daha açığa çıktı.

Depremin ardından geçen kritik üç günde arama kurtarma ekipleri yoktu. Üç gün sonra gelen az sayıda AFAD görevlilerinin elinde malzeme yoktu. AFAD ve Kızılay’ın gösterdiği umursamazlık ve beceriksizlik sonucu insanlar günlerce açıkta kaldı ve hâlâ milyonlarcası açıkta.

Depremden bir hafta sonra ancak kurulabilen çadırların ise yemek, yatak, tuvalet, hijyen, ısınma gibi sorunları var. Ordu ise tüm gücünü göçük altında kalanlar için seferber etmedi. İktidar bilim insanlarının tüm uyarılarını dikkate almadı. Alınması gereken tedbirleri almadı.

Deprem sonrasında yapı güvenliğiyle ilgili uyulması gereken tüm kuralların ihlal edildiği bir kez daha ortaya çıktı. Kâr odaklı inşa edilen 2000 yılı sonrası yapılanlar dahil tüm binalar toplu mezarlıklara dönüştü. Kuşkusuz, deprem, tüm yetkileri tek bir merkezde toplayan iktidar yapılanmasının sonunu getirdi.

Ancak milyonlarca insanın kafasındaki devlet fikri de yerle bir oldu. Deprem sonrasında Artı gerçek Gazetesi’nde geçen bir haberde yıkıntılar altında kalan dört çocuğunun başında bekleyen bir kadın “devlet nerede?” diye soruyordu.

Benzer manzaralar 1999 Marmara depreminde de yaşandı. Devlet göçük altında kalan insanlara 72 saat boyunca ulaşamadı. Gıda, sağlık hizmetleri, çadır gibi temel ihtiyaçları ulaşılamadı. O dönem devletin yönetiminde DSP-MHP-ANAP koalisyon hükümeti vardı. Hükümet felaketi fırsata çevirdi.

Deprem Sigortası, özel iletişim vergisi olmak üzere emekçilerin üzerine ek vergiler getirmekle yetinmedi, emeklilik yaşını ve pirim gün sayısını da arttıran mezarda emeklilik yasasını yürürlüğe koydu. Bugün iktidarın aparatına dönüşen Yeni Şafak Gazetesinin o gün attığı manşet “ Devletin çöküşü’ydü.”

Devlet çökmedi ama devletin sınıfsal karakterini milyonlarca emekçi açısından ortaya çıkaran bir işlevi oldu depremin. Yetkililer hiçbir iş yapmadıkları gibi emekçilerin seferberliğiyle ulaştırdıkları yardımları çöp dağlarına dönüştüren “Kriz merkezleri” kurdular.

Silahlı kuvvetler insanlara ekmek dağıtmadı. Enkaz altında kalan insanları kürekleriyle, buldozerleriyle, çıkarmadı. Düzeni sağlamak için tanklarıyla silahlarıyla bölgeye gitti. Yaralananların sağlık hizmetlerine ücretsiz ve kolay ulaşımını sağlamadı. MHP’li Sağlık Bakanı dışardan gelen kan bağışlarının “Türk kanına bulaşmaması” gerektiğini söyledi. 99’unun üzerinden neredeyse çeyrek asır geçti ama devletin katında değişen bir şey yok.

Devlet tüm kaynaklarını afetzedeler için seferber etmediği gibi emekçilerin yardımlarının ulaşmasına engel olmakta. Yıkıntılar başında bekleyen insanlar AFAD’ın varlığını hissetmiyor ama AFAD sitesinden sms ve banka bilgilerini paylaşıyor. Depremin üzerinden daha 48 saat geçmeden 10 ilde üç ay sürecek bir OHAL ilan edilmesi devletin ilgilendiği tek şeyin sermayenin güvenliği olduğunu gösterdi.

Felaketler fırsata çeviren bir iktidar Neo-liberalizmin önde gelen figürü Milton Friedman, “bir felâket sonrasında her türlü politikayı rahatlıkla uygulayabilirsiniz” diyordu. Bunu gayet iyi bilen Cumhurbaşkanı Erdoğan her türlü felaketi fırsata çevirmekte oldukça hünerli.

1999 depreminden sonra çıkarılan vergiler neticesinde yaklaşık 48 milyar liralık gelir elde edildi. Bu vergilerden daha sonra kalıcı hale gelen ve kamuoyunda “deprem vergisi” olarak bilinen Özel İletişim Vergisi’nden bugüne kadar 88 milyar TL gelir elde edildi.

Neredeyse inşaatla özdeşleşen AKP iktidarı emekçilerden toplanan vergileri, duble yollara, demiryollarına, havayollarına, aktarırken, devasa rant ve talan projeleriyle sermayeyi ihya etti.

2011’de yaşanan Van Depremi sonrasında yaşandığı gibi “kentsel dönüşüm” adı altında emekçilerin mülklerine çöküldü. Hak sahiplerine enflasyon oranındaki uzun vadeli kredilerle fark ödettirilerek, müteahhit şirketler ve bankalar için yeni kaynaklar yaratıldı.

Tüm kriz ortamlarını fırsata çeviren İktidar Pandemi sırasında bu tutumunu sürdürdü. GSYH’lerine göre pandemi destek ve harcamalarında Türkiye yüzde 1,9 oran ile en az yardım yaparken, açlıkla, varlık arasında ikileme düşen milyonlarca emekçiye İBAN numarasını yollayabildi. Yüzde 70’inin emekçilerin vergilerinden oluşan hazine kaynaklarının sermaye ve savunma giderlerine aktarılmakta.

Birkaç hafta önce iktidar bütün sektörlerdeki patronlar için 200 milyar lirası Hazine destekli, toplam 250 milyarlık kredi paketini kullanıma açtı.

Devletin baskıcı ve sınıfsal karakteri

Kapitalizmin çoklu krizleri sonucunda, “felaketler ve devrimler çağı” tanımlanmasına yol açan, milyonlarca insanın, canlının, yok olduğu, ekosistemin çöktüğü, pek çok yangın, kasırga, sel gibi iklim felaketleri yaşandı. Covid 19 gibi milyonlarca emekçinin yaşamına mal olan salgın hastalıkları yaşandı.

Bu felaketlerin hiçbirinde yoksullar, emekçiler aranılan devlete ulaşamadı. Ekonomik kriz dahil, tüm felaketlerde emekçiler yüzüstü bırakıldı. Neredeyse bir kural haline dönüşen tüm bu olaylarda iktidarda bulunan hükümetlerin payı var. Ancak, kamu görevlilerinin yozlaşması dahil her bir krizin felakete dönüşmesi kapitalist devletin sınıfsal yapısından kaynaklanmakta.

Kapitalistlerin azami kâr için hareket etmesi, devletin de sermayeyle bütünleşmesi başta ekonomi olmak üzere pek çok alanda krize yol açarken, felaket varan tüm sonuçları da işçi sınıfına fatura edilmektedir. Kapitalist toplumda reformistinden, liberaline, otoriter tüm hükümetler, kârlarını artırmak isteyen şirketlerin havuç ve sopadan oluşan programını uygulayan versiyonlarını oluştururlar.

Pervasız iktidar vasat muhalefet

Tüm yetileri merkezileştiren Türk Tipi Başkanlık Sistemi de bu versiyonlar içinde benzersiz örneklerinden biri kuşkusuz. Alper Görmüş’ün doğru bir biçimde tespit ettiği gibi “felaket halinde bile esas derdi eleştirileri bastırmak olan bir devlet ve iktidar” var emekçilerin karşısında.

Aslında, Cumhuriyet tarihi göz önüne alındığında iktidarın hukuksuzluk ve nobranlıklarının, tek bir vaka olmadığı da görülecektir. İmparatorluktan arta kalan coğrafya üzerinde yaşayan tüm ulusları baskılayan, tüm sınıfsal farklılıkları sermaye lehine çözen Kemalist devlet yapılanmasına bakıldığında devlet ve toplum ilişkisinin temelinde çürüme olduğu görülecektir.

Cumhuriyet ve sonrasında kurulan tek parti diktatörlüğünden, darbeler tarihine, koalisyon hükümetlerine kadar kurulan tüm hükümetlere baktığımızda pek çok felaketin, skandalın, hukuksuzlukların yaşandığı görülür.

Liberalinden, muhafazakarına, demokratına, “komünistine” kadar oluşan tüm siyasi yapılar, Kemalizm ideolojisi tarafından konulan “ulus devlet” sınırlarından fazla uzaklaşamaz. Uzaklaşamaz çünkü, Kemalizmin devlet anlayışı ve hukuk sistemini kabul etmeyen hiçbir burjuva partisinin ülkeyi yönetmesi mümkün olamaz. Bu kadar pervasız bir iktidar karşısında bu kadar vasat bir muhalefetin olmasının temel nedeni de budur.

ÖNERİLEN İÇERİKLER

Yazar Postları

ÇİFT SÜRGÜNLÜK ÇEŞİTLERİ Engin Erkiner

Çift sürgünlük, aynı ülkeye ya da farklı ülkelere olmak üzere iki çeşittir.Isabelle Allende Ein weiter Feld adlı romanında İspanya iç savaşındacumhuriyetçilerin saflarında yer alan, yenilgi üzerine Pirene dağlarını geçerek Fransa’ya gelen bir kadın ve erkeği anlatır.

YENİ İLTİCA YASASI Engin Erkiner

Avrupa Parlamentosu iltica başvurularıyla ilgili yeni kısıtlamalar içeren bir yasayı kabul etti. Bu yasa Avrupa Komisyonu’nda onaylandıktan sonra yürürlüğe girecek. AB çapındaki bu yasaya üye her ülkenin de ulusal yasaları içinde yer vermesi gerekiyor.

ZENGİN MUTFAĞI’NDAN EYLÜL FIRTINASI’NA Süleyman KUŞ

Zengin Mutfağı adı film, “15/16 Haziran İşçi Kalkışmasını"(1) izleyen dönemde ırkçı-faşist örgütlenmelerin sermayeciler tarafından nasıl beslenip organize edildiğini, kimi resmi organlarca kollandığını, bir villanın mutfağı ve onun emektar aşçısı çevresinde ustalıkla anlatır.

PARA YERİNE KART Engin Erkiner

Almanya’da ilticacılara yönelik yeni bir uygulama başladı; nakit para verilmiyor, kendilerine verilen karttaki krediyi kullanarak alışveriş yapıyorlar. Nakit paranın karşılığı kartta bulunduğuna yani devletin ödemesinde azalma olmadığına göre, bu uygulamanın amacı nedir?

BUHRAN GÜNLERİNDE SAVAŞ SENARYOLARI Menderes İnanç

Türkiye ekonomik olarak derin bir buhran yaşamaktadır. Çoklu krizlerin içerisinde yaşayan bir ülkenin siyasi partilerinin şuursuzca tavır ve davranışları, siyaset değil siyasetsizliktir! Toplumun % 50’si muhalif olduğu halde, siyaset kurumunun çıkar ilişkilerine dayanarak epey palazlandığı

GÖÇMEN TOPLUMU NASIL DEĞİŞTİRİR? (2) Engin Erkiner

Almanya’da “kayıp kuşak” olarak da adlandırılan ikinci kuşak çoğunluk toplumunun değişmesinde önemli rol oynadı. Birinci kuşak Alman toplumunun kenarında yaşıyordu denilebilir. Türk mahalleleri ve buralarda berberler, bakkallar, seyahat acenteleri, kısacası yaşamak için gerekli herşey ,

ALMANYA’DA YENİ PARTİ: DAVA Engin Erkiner

Almanya’da uzun adındaki kelimelerin baş harflerinin birleştirilmesiyle DAVA adlı bir parti kuruldu ve basında “Erdoğan partisi” olarak adlandırıldı. Parti, bu iddiayı doğal olarak kabul etmedi. Bu girişimin tarihi vardır, yaklaşık 25-30 yıldan beri Ankara partileri kurulur ve kapanır;